Podcast: Yasaksız Meydan 6.1 – Boğaziçi Direnişi’nde 1 Ay – Can Candan
Yasaksız Meydan’da Boğaziçi Direnişi: “KABUL ETMİYORUZ, VAZGEÇMİYORUZ! KAYYUM REKTÖR İSTEMİYORUZ!”
Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Kısa Dalga ortaklığında hazırlanan Yasaksız Meydan’ın 6. Bölümü iki ayrı kısımda beşinci haftasına ulaşan Boğaziçi Üniversitesi eylemlerine mercek tutuyor.
İrem Afşin’in ilk konuğu olan Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyelerinden Can Candan, 2 Ocak’ta Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından atanan “kayyum rektör” Melih Bulu’yu protesto eden öğrencilerin ve akademisyenlerin barışçıl eylemleri ve taleplerini özetlerken, öğrencilerin maruz kaldığı sert kolluk gücü müdahalelerini, özellikle LGBTİQ+ öğrencilere yönelik hakaret ve tacizleri, gözaltıları, tutuklanan öğrencileri ve akademisyenlerin nasıl öğrencilerinin yanında durduklarını aktarıyor: “Önce üniversitenin kapısına kelepçe vurdular, sonra öğrencilerimizi kelepçelediler, sonra da Boğaziçi LGBTİ+ kulübü kelepçelediler. Öğrenciler için çok travmatik bir deneyim bu; ama bu anayasal hakkım, barışçıl bir şekilde protesto ediyorum, hakkımı savunuyorum, neden böyle bir saldırıya maruz kalıyorum diyorlar.”
Listen to “Boğaziçi direnişinin bir ayı: Can Candan anlatıyor” on Spreaker.“Kelepçeli üniversite, ‘kanunsuz eylem’ sayılan Anayasal hak”
Türkiye tam beş haftadır süregiden “Boğaziçi Üniversitesi Eylemleri”ni konuşuyor. Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri ve akademisyenleri, 2 Ocak’ta ataması yapılan “kayyum rektör” Melih Bulu’yu protesto ederek istifaya çağırmaları ile başlayan eylemlilik süreci, 4 Ocak için yapılan eylem ve ders boykotu ile başladı. Hafta içi her gün Güney Kampüs’te devam eden çeşitli etkinliklerle renklenen protestolar, hemen ilk günlerinden itibaren abluka altına alınan kampüs ve semt çevresi, günler geçtikçe artan kolluk gücü müdahaleleri, evleri basılarak günlerce gözaltında tutulan, hatta tutuklanan öğrencilerin durumuyla sertleşen bir tablo çiziyor. Öte yandan iktidar yetkililerinin, bizzat Cumhurbaşkanı’ndan İçişleri Bakanı’na farklı ağızlardan öğrencilere yapılan “terörist” betimlemesi ya da LGBTİQ+ öğrencilere yönelik hakaret, linç ve tacizler ile gidişatı farklı bir yöne çekiyor.
Peki “Boğaziçi eylemleri” nasıl başladı? Akademisyen Can Candan, “üniversitemizin eski öğrencisi” diye hitap etmeyi tercih ettiği Melih Bulu’nun atanmasından sonra ilk yaşananları özetlerken, “Biz rektör seçimi sürecine hiç dahil olmadık, bir hocamızın deyimiyle ‘adeta kampüse paraşütle birisi inmiş gibi oldu’ diyor: “Eski rektör Mehmet Özkan’ın süresi 12 Kasım’da dolmuştu, biz bir atama olacağını bekliyorduk. Bildiğiniz gibi 2016’da düzenlenen bir KHK ile artık üniversite rektörleri cumhurbaşkanı tarafından atanıyor. Sonbaharda YÖK’ün çıkardığı bir iş ilanında “BOÜN rektörlük kadrosuna başvurular alınmaktadır” dendi ve biz de böyle bir sürecin başlamış olduğunu öğrendik. Daha sonra bize hiçbir şekilde kimlerin aday olduğu, adayların hangi şartlara göre değerlendirileceği bildirilmedi. Ve 2 Ocak sabaha karşı biz böyle bir haberle uyandık. BOÜN akademisyenleri olarak ya da BOÜN olarak bu sürece hiçbir şekilde dahil olmadık. Dolayısıyla 2 Ocak’ta bir hocamızın deyimiyle ‘adeta kampüse paraşütle birisi inmiş gibi oldu’. Biz de kimdir bu diye baktık. Haliç Üniversitesi rektörlüğü yapmış, bizim eski mezunumuz birisi olduğunu gördük. Ancak bu yapılan atama 2012 yılında üniversite senatomuz tarafından kabul edilen çok temel birtakım ilkelerimize aykırı olduğu için 3 Ocak günü biz akademisyenler çok kısa bir metin yayımladık, metnin başlığı “Kabul Etmiyoruz, Vazgeçmiyoruz” idi.”
“Biz bu atamayı 2016’dan bu yana ağırlaşarak sürmekte olan rektör seçimlerini ortadan kaldıran antidemokratik uygulamaların bir devamı olarak görüyoruz dedik. Bu uygulamayla, üniversitemizin akademik özerkliği, bilimsel özgürlüğü ve demokratik değerleri açıkça ihlal ediliyor dedik. Biz bu uygulamayı kabul etmiyoruz dedik. Üniversite senatomuzun 2012’de kabul ettiği ilkelerden vazgeçmiyoruz dedik. Nedir o ilkeler? Üniversitelerin herhangi bir kişi ya da kuruluşun etki veya baskısına maruz kalmaması ve siyaset aracı olarak kullanılmaması, bilimsel ve toplumsal gelişim açısından vazgeçilmezdir. Üniversitelerde karar alma yetkisinin demokratik yöntemlerle seçilmiş̧ kurullarda ve akademik yöneticilerde olması özerklik için şarttır. Rektör, dekan, enstitü müdürü, yüksekokul müdürü, bölüm başkanı gibi akademik yöneticiler atamayla değil seçimle belirlenmelidir. Üniversitelerin, özerk anayasal kurumlar olarak, akademik programlarını ve araştırma politikalarını öğretim elemanlarınca ve/veya üniversite kurullarınca kararlaştırılarak belirlemesi, bilimsel özgürlüğün ve yaratıcılığın şartlarındandır.”
“Senato ilkelerimiz bizim anayasamızdır”
“Şimdi bu zikrettiğimiz üç ilke bizim anayasamızdır, bu atama ilkelerimize aykırıdır. Böylece 4 Ocak’tan itibaren öğrencilerin de eylem çağrısıyla birlikte öğlen 12’de cübbelerimizi giyerek arkamızı da rektörlük binasına dönerek bu metni bir kez daha okuduk, o günden bugüne kadar da sürekli tekrar ediyoruz: “Biz bunu kabul etmiyoruz, bu mücadeleden, ilkelerin uygulanmasından, BOÜN’den – çünkü BOÜN’ü BOÜN yapan şey bu ilkeler; vazgeçmiyoruz” dedik. 4 haftayı doldurduk, bu hafta 5. haftamızdı. Bu eylemlere devam ediyoruz. Buna ek olarak da her Cuma günü öğlen bir BOÜN bülteni olarak düşündüğümüz o hafta neler oldu bitti bunları kamuoyuyla paylaşıyoruz.” (Editör notu: Güney Kampüs içine bir aydır hiçbir şekilde basın mensuplarının girmesine polis tarafından izin verilmediği için Boğaziçili öğrenciler kurdukları “Boğaziçi Basın Dayanışma Grubu” aracılığıyla anlık olarak haber, bilgi ve görüntüleri bağımsız basına ulaştırıyorlar.)
Can Candan, nöbetlerinin “sembolik” olduğunun altını çizerken, yaşananların sembollerle nöbete yansımasını aktarıyor: “Örneğin bugünkü nöbette hem kabul etmiyoruz hem vazgeçmiyoruz dedik, hem de aynı zamanda aşağı bakmayacağız ifadesini de kullandık. İstanbul’daki gözaltıları ifade eden 159 sayısını elimizde tuttuk, nöbetin sonunda da bu 159 sayılarını rektörlüğün kapısına bırakarak Melih Bulu’yu bir kez daha istifaya davet ettiğimizi yüksek sesle ifade ettik.”
Candan için öğrencilerin eylemlilik sürecinde ön planda olması çok doğal: “Tabii akademisyenler üniversite bileşenleri arasında sadece bir kısmı, öğrencilerimiz, mezunlarımız, çalışanlarımız da üniversitenin bileşenleri. Özellikle öğrenciler en temelinde onların yüksek öğrenim hakkı söz konusu olduğu için, hem şu an üniversite öğrencisi olan yakında üniversite öğrencisi olacak olan, ve hatta şu anda çocuk yaşta olan insanların geleceğini etkileyen bir mesele olduğu için, öğrenciler özerk, özgür ve demokratik üniversite talebini doğal olarak sahiplenmiş durumdalar; çeşitli türlü eylemlerini barışçıl bir şekilde devam ediyorlar.”
4 Ocak’ta öğrencilerin taleplerini sıralayarak, kampüs önünde toplanan kolluk kuvvetlerini de protesto ederek başlattıkları eyleme çok sayıda farklı üniversiteden, ODTÜ’den, İÜ’den, Marmara’dan, Hacettepe’den, YTÜ’den ve farklı illerden de destekler geldi. 4 Ocak’ta okulda yapılan eylemler oldukça yoğun bir orantısız güç kullanımıyla durdurulmaya çalışıldı, yapılan eylemin “kanunsuz” olduğu sıklıkla kolluk gücü tarafından vurgulandı. Arada yaralanan, fenalaşan öğrenciler de oldu, 5 Ocak sabahı başladığında, kamuoyu sabaha karşı bir operasyonla “2911 Sayılı Kanun’a muhalefet ve görevli memura mukavemet suçları” kapsamında evleri basılarak, kapıları kırılarak, hatta duvarları yıkılarak gözaltına alınan öğrenciler gördü, 28 kişilik “aranan eylemciler” listesinden çoğunluğu BOÜNlü 22 kişi gözaltına alındı. Öğrencilerin gözaltı sürecinde sıklıkla avukatlarına verdikleri bilgilere göre, gözaltı işlemleri sırasında ve nezarethanede çeşitli şiddete maruz kaldıkları, cinsel tacize uğradıkları hem kendi beyanlarıyla hem de avukatlarının beyanlarıyla bağımsız medyaya yansıdı. 8 Ocak’a gelindiğinde, farklı farklı gözaltına alınan öğrenci grupları yavaş yavaş serbest bırakılmaya başlandı.
“Çok öfkeliyim, öğrencilerimiz bizim canlarımız”
İrem Afşin’in “Hem bir akademisyen olarak hem de bir baba olarak, öğrencilerinizin sabaha karşı evlerinin kapıları kırılarak gözaltına alındığı öğrenmek nasıl bir his?” sorusuna Can Candan “çok öfkeliyim” diye karşılık veriyor: “Sonuçta haklı ve barışçıl bir protesto eylemi söz konusu ve bu eylemin karşısında çok orantısız bir polis şiddetiyle karşılaşıyoruz. İnsanların evlerinin basılması, kapılarının kırılması, bunlar gerçekten görmek istemediğimiz şeyler, gördüğümüz zaman da çok derinden üzüldüğümüz, çok büyük öfke hissettiğimiz olaylar. Kimse böyle bir şeyi hak etmiyor, bunlar bir hukuk devletinde olmaması gereken şeyler. Maalesef biz bunları o ilk gözaltılarda yaşadık. Tabii ki tepki gösterdik, öğrencilerimizin bütün gözaltı süreçlerini çok yakından takip ettik. Öğrencilerimiz bizim canlarımız, onlar bizim kıymetlilerimiz. Onlara böyle bir muamele yapılması, değil kapılarının kırılması, onların şiddet görmesi, cinsel tacize uğraması, yani kıllarına zarar gelmesi, onların üzülmeleri, haklarının bu şekilde gasp edilmesi bizi çok derinden üzüyor. Bir o kadar da öfkelendiriyor tabii ki. Bütün bunların günün birinde hukuk önünde hesabı da sorulur diye ümit ediyorum. Bu tür hukuksuzlukları uygulayanlar ve bunlardan sorumlu olanlar adalet önünde hesap vermek durumunda olmalıdır diye düşünüyorum. Bu sadece gözaltına alınan öğrencileri etkileyen bir durum değil. Öğrencilerin geneli için çok travmatik bir deneyim bu; ama bu anayasal hakkım, barışçıl bir şekilde protesto ediyorum, hakkımı savunuyorum, neden böyle bir saldırıya maruz kalıyorum diyorlar.”
Can Candan, eylemlerin neden “şiddetle” durdurulmak istendiğini anladığını ifade ediyor: “Öğrencilerin direnişini kırmak, onları korkutmak istiyorlar. Bu maalesef bizim başka süreçlerden de aşina olduğumuz bir durum. Örneğin Barış İçin Akademisyenler sürecinden de aşina olduğumuz korkutma, sindirme, sesini kısma, yargıyı kullanarak cezalandırma ve türlü psikolojik şiddetin şekilleri bence. Biz de öğrencilerimizle, gereğinde hocaları gereğinde ebeveynleri olarak maalesef bunları yaşamak mecburiyetinde kalıyoruz. Umarım yakın gelecekte bunları artık yaşamamaya başlarız. Daha güzel şeyler yaşarız diye ümit ediyorum, ama bu tabii ki oturduğumuz yerden olacak bir şey değil, hepimizin elini taşın altına koyup bu hakları korumamız, talep etmemiz, aynı zamanda da adalet ve hukuk arayışına devam etmemiz gerekiyor.”
Nedir bu LGBTİQ+ nefreti: “Boğaziçi, ‘gökkuşağının altındaki üniversite’; tüm renkleri içinde barındıran bir üniversite”
İrem Afşin’in “Boğaziçi direnişi belki de bugüne kadar Türkiye’de gördüğümüz birçok eylemlilik sürecinin içinde hiç olmadığı kadar fazlasıyla LGBTİ+ bireylere yapılan hedef gösterme, ayrımcılık, hakaret, sosyal medyada zaman zaman iktidar mensuplarının katıldığı linç gibi kötülüklere de sahne oluyor. “Kayyum rektör” tarafından kapatılan Boğaziçi Üniversitesi LGBTİQ+ kulübünün danışman hocası olarak LGBTİQ+ öğrencileriniz üzerinden yapılan bu karalama kampanyasına, “Kabe kutsalına hakaret edildiği” suçlamasıyla yaratılan büyük kaosu nasıl yorumluyorsunuz?” sorusunu cevaplarken Boğaziçi’nin “rengarenk” ortamına dikkat çekiyor:
“Lezbiyen, gay, biseksüel, trans ve interseks öğrenciler Boğaziçi’nin özgür ve demokratik ortamında Türkiye’deki birçok üniversiteden belki bir nebze farklı olarak, Boğaziçi’nde bir gelenekle yaşıyorlar. Boğaziçi Üniversitesi’nde ilk eşcinsel topluluğu 90’lı yılların sonunda “Legato” ismiyle mailler üzerinden örgütlenmeye başlıyor. Boğaziçi Üniversitesi gerçekten hem LGBTİQ+ anlamında ‘gökkuşağının altında bir üniversite’ ama aynı zamanda tüm renkleri içinde barındıran bir üniversite. Mütedeyyin öğrencilerimiz de var, İslami araştırmalar kulübümüz de, kadın araştırmaları kulübümüz ve Boğaziçi Üniversitesi LGBTİQ+ araştırmaları kulübümüz de var. Boğaziçi böyle bir yer, toplumumuzdaki çeşitliliğin, farklılıkların bir arada yaşayabildiği ve insanların bu farklılıklar içinde kendi yollarını çizdiği bir yer. Aslında fiziksel olarak da botanik bahçesi gibi bir yer. Gerçekten rengârenk çiçeklerin açtığı bir bahçe gibi. . Dolayısıyla 90’lı yılların sonundan itibaren LGBTİQ+ öğrencilerinin örgütlenmeye başladığını görüyoruz. Örgüt lafı böyle bir korkunç şey gibi duyuluyor, ancak örgütlenme anayasa tarafından korunan çok doğal bir hak. Belli kimlikleri, ihtiyaçları ya da belli dertleri olan insanların bir araya gelerek kendilerini ifade etmeleri zaten anayasa tarafından korunan bir şey. Dolayısıyla “örgüt” kelimesinden korkmamak gerekiyor. Örgütlendikleri, bir araya geldikleri, birbirleriyle deneyimlerini, dertlerini, ihtiyaçlarını paylaştıkları ve daha görünür oldukları bir yer Boğaziçi”
Can Candan “sergideki Kabe görseli” ile ilgili eleştirilerin her sanat eserinde olduğu gibi göreceli olduğunu, fakat bu tartışmalar üniversite içinde kalmış olsa, özellikle öğrenciler arasında çok rahatlıkla çözülebilecek olan bir rahatsızlık” olduğunu savunuyor: “BOÜN Sanat Kolektifi’nin düzenlediği yüzlerce sanat çalışmasının yer aldığı, rektör atamasına tepkileri ifade eden sanat çalışmalarının sergilendiği bir sergiden bahsediyoruz. Bir kaç gün geçti ve bu sergideki Kabe duvar halısı çizimi üzerinde Şahmeran figürü ve etrafında da LGBTİ’nin çeşitli kimliklerini tanımlayan bayrakların yer aldığı bir kolaj çalışması, tepki çekiyor. Bu sergiye Türkiye ve dışından yüzlerce sanat çalışması yollanmıştı ve sanat kolektifi de benim sonradan öğrendiğime göre bu eserleri herhangi bir elemeye tabi tutmadan açık bir şekilde sergilemeye başladı.”
“Tartışılması gereken bir mesele, tamamen Boğaziçi dışından hedef gösterilerek, #BoğaziçindeLGBTİRezaleti şeklinde bir etiket konarak, çok korkunç bir nefret söylemi üretildi. Diyanet İşleri Başkanından İçişleri Bakanına kadar, YÖK’ten tutun bu atanan eski öğrencimize kadar etiketi paylaşarak, vatandaşlarını korumakla yükümlü olan bu kamu yetkilileri tam tersi kamunun belli bir kısmını hedefe koyarak böyle bir karalama kampanyası ve bir nefret suçu işlemeye başladılar. Bu sergi benim danışmanı olduğum “LGBTİ+ kulübü tarafından düzenlenmiştir” şeklinde yalan ve yanlış bir bilgiyi ortada yaymaya başladılar. Bu etiketi kullanarak, öğrencilerin bu meşru, haklı, barışçıl direnişini sanki LGBTİ+ aktivistlerinin düzenlediği haksız, yasadışı ve aynı zamanda onların tabiriyle “ahlaksız bir eylem” olarak lanse etmeleri tabii ki çok korkunç bir şey ve bunun ne kadar korkunç olduğunu, ne kadar yanlış olduğunu, ne kadar hukuksuz olduğunu herkes görüyor. Özellikle toplumun bir kesimini hele de toplumun homofobik ve transfobik nefretinin hedefi olan lezbiyen, gay, biseksüel, trans ve interseks vatandaşları, özellikle de üniversite öğrencilerini hedefe koyan bu tür uygulamalar tek kelimeyle korkunç ve bunların sonuçları çok vahim olabilecek şeyler.”
“Kabe ve LGBTİQ+ öğrenciler” sürecinde İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin de tahrik edici nefret söylemi içeren tweetlerinin hemen sonrasında Boğaziçili 5 öğrencinin gözaltına alınması, daha sonra bir öğrencinin serbest bırakılmasına rağmen iki öğrencinin ev hapsi, iki öğrencinin de TCK 216/3’den tutuklulukla cezalandırılması ile sonuçlandı. 1 Şubat’ta LGBTİQ+ öğrencilere yönelik ayrımcı söylemler, gözaltı ve tutuklamalara tepkilerini göstermek için öğrencilerin yeniden kampüs önünde açıklama yapmak istemeleri, bir aydır devam eden sıkı abluka içinde orantısız güç kullanımı, yeni gözaltılar ve sert bir kolluk gücü müdahalesi ile sonuçlandı. 1 Şubat günü Etiler sokaklarında gözaltına alınan öğrencilerin ardından, akşam saatlerinde Rektörlük binası önünde nöbet tutan öğrencilere müdahale etmek üzere kampüsün için çevik kuvvetin girmesiyle sertlik tırmandı, gözaltı sayısı gözaltı sayısı 159’a yükseldi.
“Gerçekten çok korkunçtu”
Can Candan, 14 yıldır akademisyenlik yaptığı Boğaziçi Üniversitesi’nde daha önce böyle bir durumla karşılaşmadığını ifade ediyor: “BOÜN’de 14. yılımı tamamlıyorum, şahsen ben ilk kez böyle bir şeyle karşılaşıyorum. Benden önceki dönemde, özellikle askeri rejim döneminde böyle şeyler yaşanmış olabilir. Son 14 yılda böyle bir şeyle karşılaşmadım. Polis üniversite dışında hep olurdu. Üniversite kapısına gelirdi, ama hiçbir şekilde içeri girmezdi, giremezdi. Neden giremezdi? Çünkü polisin girebilmesi için üniversite rektörünün onayı gerekiyor. Fakat 2016’dan sonraki dönemde Barış İçin Akademisyenler dönemiyle, BOÜN’de de diğer üniversitelerde olduğu gibi sivil polis sayısı benim gözlemlerime göre artmıştı. Fakat tabii bu son dönemde protestolar başlar başlamaz kampüsün etrafı, mahalle tamamen bir abluka altına alındı. Gerçekten okulun dışında, etrafında şimdiye kadar hiç görmediğimiz görüntülerle karşılaştık. Ama aynı zamanda okulun içi de sivil polislerle dolmaya başladı. Çünkü kendi güvenliğini sağlayan ve kamuya açık bir kamu üniversitesi, zaten önceki rektör döneminde de turnikelerin tekrar konmasıyla belli bir güvenlik tedbirlerinin artırılmasıyla daha az güvenli hale gelmiş. Tam tersi oluyor, o güvenlik tedbirleri arttırılınca bizler kendimizi daha az güvende hissediyoruz. Ve o gece olan olay, hiç kabul edebileceğimiz bir şey değil, çok korkunç bir şey. Ben şimdiye kadar böyle bir şey görmedim. Ben zaten saat 20.30’a kadar öğrencilerin eyleminde, onların başına bir şey gelmesin diye onların yanında onlarca akademisyenle birlikte durdum. Ama biz gittikten sonra, sokağa çıkma yasağından sonra, hepimizin izlediği canlı yayınlarda bu sahnelerle karşılaştık. Gerçekten çok korkunçtu. Üniversite içinde zaten polis var da çevik kuvvetin okulun içine girmesi, bütün o silahlarla kalkanlarla, zor kullanarak haklı ve barışçıl direniş yapan, protesto eylemi yapan, birtakım taleplerinin duyulmasını isteyen öğrencilerin bu şekilde yaka paça götürülmesi, şiddete maruz kalması bunlar gerçekten korkunç olaylar. Ve bizler akademisyenler olarak, doğal olarak bundan çok etkilendik, çok üzüldük ve bu duruma çok da öfkelendik.”
Can Candan sosyal medyada “Yoksa Bulu homofobik mi?” sorusuna neden olan BOÜN LGBTİ+ Kulübü’nün kapatılması ve kapı kilitlerinin Melih Bulu tarafından değiştirildiğini nasıl öğrendiklerini anlatırken; “Oraya izin almadan kimsenin girmemesi gerekiyor. Bir kere bu müthiş bir saygısızlık, düşünsenize siz geliyorsunuz, evinize birileri girmiş, ne farkı var?” diye soruyor: BÜLGBTİ+ kulübünün kapatıldığı bilgisini, rektörden önce gece yarısı bir tweetle öğrendik. Daha sonra da dendi ki, yine başka bir saldırı söz konusu oldu. Yazıda “dün rektörlük önündeki barışçıl protesto eylemlerinin aslında BÜLGBTİ+ kulübü tarafından organize edildiği, klüp kapatıldığı için, tepki göstermek için yapılan yasa dışı bir eylem olduğu” servis edilmeye başlandı. Ama kulübün kapatıldığına dair yapılan açıklama eylemlerden sonra gerçekleşiyor; önce eylemler oluyor daha sonra eylemin sorumluluğunu LGBTİ öğrencilere yüklemek için birtakım belgeler ortaya çıkarıyorlar. Daha önce yapılan karalama kampanyasının ikinci bir sahnesini sergilemeye çalışıyorlar. Bu da bir yalan. Kulübün odası cuma gece yarısından sonra basılıyor. Güzel sanatlar kulübünde ve LGBTİ+ kulüp odalarında bir arama yapıldığını yine sosyal medyadan öğreniyoruz. Biz de bu baskın haberlerinden sonra avukat hocamızla birlikte, kulüp odasını paylaşan Boğaziçi kadın araştırmaları kulübünden öğrencilerle ve o kulübün danışman hocasıyla birlikte, kulüp odasında video kaydı yaparak bir tespit yapmaya gittik. Öğrenci arkadaşlar anahtarlarını ellerine alıp da kapıyı açmaya çalıştıkları zaman fark ettiler; kapının kilidi değiştirilmiş. Düşünün ben öğrencilerimizin o kulüp odasına hiç girmedim, orası öğrencilerin mekanıdır. Beni davet etselerdi tabii ki de giderdim, ama orası öğrencilerin özel bir mekanı, oraya kimsenin izin almadan girmemesi gerekiyor. Bir kere müthiş bir saygısızlık bu. Düşünsenize siz geliyorsunuz, evinize birileri girmiş, ne farkı var. Benim ofisime mesela birileri girmiş orayı burayı karıştırmış, bundan hiçbir farkı yok… “Önce üniversitenin kapısına kelepçe vurdular, sonra öğrencilerimizi kelepçelediler, sonra da Boğaziçi LGBTİ+ kulübü kelepçelediler. Düşünsenize maalesef bu yaşadıklarımızın başka bir trajik boyutu” diyerek hayıflanıyor. diye düşünüyorum.
Programı bitirirken Can Candan kendi cümleleri ile Boğaziçi öğrencilerinin ve akademisyen kadrosunun “asla vazgeçmeyeceğiz” dedikleri taleplerini bir kez daha sıralarken, kararlı ve ısrarcı olacaklarını “Bunun başka yolu yok, mücadelemize devam edeceğiz” diyerek vurguluyor: “BOÜN bileşenleri çok basitçe özerk, özgür, demokratik bir üniversitede kendi rektörlerini kendileri seçmek istiyorlar. Seçim istiyorlar, çünkü ancak seçimle özerk, özgür ve demokratik bir üniversite olabilir. Aynı zamanda da huzur içinde işlerine güçlerine devam etmek istiyorlar ve bu da polisin varlığıyla mümkün değil. Öte yandan; bu tür nefret kampanyaları, yaftalamalar, hedef göstermelerle de olabilecek bir şey değil. Dolayısıyla da ilk olarak polisin kampüslerden içinden dışından etrafından çekilmesi gerekiyor, bu birinci talebimiz. İkinci talebimiz ise, bu hedef göstermelerin, bu nefret kampanyalarının sona ermesi gerekiyor. Aynı zamanda da biz kendi rektörümüzü kendimiz seçeceğimiz için ve bunu talep ettiğimiz için Melih Bulu isimli eski öğrencimizin ya istifa etmesi ya da görevden alınması gerekiyor. Ondan sonra da biz kendi süreçlerimizi işleterek kendi rektörümüzü seçeceğiz. Hem öğrenciler hem akademisyen hem çalışanlar hem mezunlarımız olarak bizim bu taleplerden, ilkelerimizden vazgeçmemiz söz konusu olamaz. Özellikle akademisyen olarak konuşuyorum; ilkelerimiz anayasamız ve bu ilkelerden vazgeçmemek akademisyen olmanın gerektirdiği bir şey. Zaten biz bu ilkelerden vazgeçersek, o zaman akademisyenliği de bırakalım. Artık orası botanik bahçesi mi olur, otel mi olur ne olur bırakalım gidelim. Bu da mümkün olamayacağı için, talepleri dile getirmek için, barışçıl bir şekilde bütün anayasal haklarımızı kullanarak mücadelemize devam edeceğiz. Bunun başka yolu yok. Bu sadece BOÜNle ilgili bir mücadele değil. Biz BOÜNde istediğimiz şeyi Türkiye’nin tüm üniversitelerinde istiyoruz. Türkiye’nin tüm üniversiteleri demokratik kurumlar olsun istiyoruz. Bütün üniversiteler de en az BOÜN kalitesinde olsun istiyoruz. Yüksek öğrenim hakkını kullanmak isteyen herkesin bu hakkı özgür ve rahatça kullanmasını istiyoruz Dolayısıyla bu taleplerimizin Türkiye’nin geneli tarafından da benimsendiğini ve benimsenmeye de devam edeceğini düşünüyoruz. Çünkü bir baba olarak bana sordunuz, kendi çocuğumun ilerde özerk, özgür, demokratik bir üniversitede huzurlu ve güvenli okuyabilmesini istiyorum. Bu da benim en doğal hakkımdır diye düşünüyorum. Dolayısıyla bu tür üniversiteleri yaratabilmek, oluşturabilmek için mücadelemize devam edeceğiz.”
Yasaksız Meydan’ın “Boğaziçi Direnişi” özel yayını, uzun gözaltılar ve sabaha dek süren duruşma süreçlerinde yaşananları hukuki açıdan aktaracak Av. Levent Pişkin ve Boğaziçi eylemlerini öğrencilerin bakış açısından aktaracak kadın öğrenci Esra Ç. ile devam edecek.
#KabulEtmiyoruzVazgeçmiyoruz #AşağıBakmıyoruz
***Eşit Haklar İçin izleme Derneği ve Kısa Dalga ortaklığında yayına hazırlanan Yasaksız Meydan, barışçıl toplantı ve gösteri hakkı engellenen ve seslerini kamuoyuna duyurmak isteyenlerin platformu olmayı hedefliyor. Eğer siz de toplantı ve gösteri hakkınızın engellendiğini düşünüyorsanız, barışçıl toplanma özgürlüğünüze dair söylemek istedikleriniz varsa, Eşit Haklar İçin İzleme Derneği / Yasaksız Meydan ekibine esithaklar@gmail.com adresinden ve sosyal medya hesaplarımızdan ulaşabilirsiniz.