LGBTİ+ Aktivizminde Daralan Alanlar
Yazı dizisi # 3: Sezin Öney
Popülist iktidarlar, LGBTİ+’ları ve haklarını hedef haline getiriyorlar. Bunun örneklerinin özellikle de Polonya’da yaşandığını gözledik. 2020’de Polonya genelindeki belediyelerin yaklaşık üçte biri, “LGBT’den arındırılmış bölgeler” olduklarını ilan etti ve yerel yönetimler olarak bu kararlarını “hukuki” hale getirdiler.
Buna karşılık da, Temmuz 2020’de de Avrupa Birliği Komisyonu, bu tarz kararlar alan yerel yönetimlerden 6’sının fon başvurusunu reddetti. AB Eşitlik Komisyonu Helena Dalli, bu konuda açıklama yaparken, “AB’nin temel değerleri, tüm üye ülkeler ve resmî makamlarca kabul edilmelidir. ‘LGBT’den arındırılmış bölgeler ilan edenler veya ‘aile değerleri yasaları’ çıkaranlar, bu hakları korumuyorlar ve dolayısıyla, fon başvuruları reddedildi” dedi. Son olarak da 11 Mart 2020’de Avrupa Parlamentosu’nda yapılan oylamayla AB “LGBTİ+ Özgürlük Bölgesi” ilan edildi. AB ve Polonya arasındaki restleşmelere neden olan LGBTİ+’ların haklarının daraltılması meselesi sadece “oralarda” olup biten bir durum değil; farklı biçimlerde başka ülkelerde de yaşanıyor.
Cinsel kimlik kaynaklı şiddete karşı tedbirler alınmasını hedefleyen İstanbul Sözleşmesi’nin, özellikle Polonya ve Türkiye’de hükümetler tarafından “sorun” edilmesi, her iki ülkede iktidarların bu sözleşmeden çekilme çabası içine girmesi hiç de “tesadüfi” bir durum değil.
Hafıza Merkezi ve Eşit Haklar İçin İzleme Derneği tarafından Hollanda Helsinki Komitesi desteğiyle 18 Kasım 2020’de düzenlenen, “Türkiye’de ve Polonya’da LGBTİ+ Hakları” adlı panel, tam olarak bu konulara odaklanıyordu. Panele, görüşlerini ve deneyimlerini paylaşmak üzere Polonya’dan Kampania Przeciw Homofobii (Homofobi Karşıtı Kampanya-KPH) Genel Koordinatörü Karolina Gierdal ve Kaos Gey ve Lezbiyen Kültürel Araştırma ve Dayanışma Derneği (Kaos GL) Akademik ve Kültürel Çalışmalar Program Koordinatörü Aylime Aslı Demir katıldı.
Gierdal, Polonya’nın önde gelen LGBTİ+ aktivistlerinden bir hukukçu. Ayrımcılık sebebiyle mağduriyet yaşayan kişilere hukuki destek veren bir hukuk firmasını yönetiyor. Aynı zamanda, sivil toplum örgütü KPH’nin Koordinatörü ve Hukuk Birimi’nin de bir üyesi. KPH, cinsel kimliği nedeniyle mağduriyete uğrayan kimselerin haklarını hukuki mücadele yoluyla korumaya odaklanıyor. Gierdal da sıklıkla Polonya Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde yürütülen çok sayıda stratejik davalama çalışmasının içerisinde yer alıyor.
Kaos GL’nin Akademik ve Kültürel Çalışmalar Program koordinatörlüğünü yürüten Aylime Aslı Demir ise, Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi ve Kadın Çalışmaları alanında uzmanlığa sahip bir sanatçı. Demir, aynı zamanda Türkiye’denin Queer Çalışmaları üzerine branşlaşan ilk ve tek hakemli dergisi Kaos Q+’nın genel yayın yönetmeni. 2020’nin getirdiği nadir güzelliklerden biri de, Demir’in Şubat ayından bu yana “Ankara Queer Sanat Programı Konuk Sanatçı Evi”nin direktörlüğünü yürütmeye başlaması. Özellikle, LGBTİ+ haklarının sadece artan baskı nedeniyle değil, aynı zamanda COVID-19 Pandemisi’nin sebep olduğu kısıtlamalar ve yasaklar sebebiyle daraldığı bir dönemde böylesi bir sanat girişiminin başlaması son derece ümit verici bir gelişme.
Ancak, ne yazık ki gerek Polonya gerekse de Türkiye’de bu tip girişimlerin büyük zahmet ve zorluklarla gerçekleşebildiği; aynı zamanda popülist iktidarların, muhafazakarlığı “ahlakçı” bir yaklaşımla tüm topluma empoze etmeye çalıştığı bir zaman dilimindeyiz. Bu dönemin geçmişten farkı, LGBTİ+’ların büyük mücadelelerle kazandıkları hakların ellerinden alınmaya çalışılması ve toplum genelinde hedef gösterilerek, popülist propaganda uğruna “günah keçisi” haline getirilmeleri. Bu panelde de, Türkiye ve Polonya’da LGBTİ+ aktivizminin, popülizmin yarattığı baskı ortamı ve üzerine gelen COVID-19 Pandemisi şartlarında yaşadığı dönüşüm sürecini; bu süreçte daralan haklar alanının genişletilmesi için yapılabilecekleri konuştuk.
Polonya’da sivil alanın LGBTİ+’lar için daralması uzun soluklu bir süreç
Gierdal da, Demir de, ülkelerinde LGBTİ+ hakları alanındaki daralmanın yeni başlayan bir durum olmadığına; son beş yıllık zaman diliminde sıkıntıların baş gösterdiğine ve son dönemlerde de iyice yoğunlaştığına dikkat çekiyor.
Gierdal’ın Polonya için dikkat çektiği tarih, 2015 senesi. Zira, 25 Ekim 2015’te Polonya’da gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerinde Hukuk ve Adalet Partisi (Prawo i Sprawiedliwość-PiS), %37,6 oy alarak iktidara geldi. Bu seçimler, sadece sağ popülist PiS’i özellikle kırsal kesimle ve alt gelir gruplarının oylarıyla iktidara getirmekle kalmadı; aynı zamanda Polonya’nın siyaset sahnesini de büyük ölçüde değiştirdi. Örneğin, yine sağ kanattan, rock yıldızı Pawel Kukiz’in o dönem yeni kurduğu “Kukiz 15” partisi de %8,8 oy alarak ülkenin meclisi Sejm’de temsiliyet hakkı kazandı. Öte yandan, bu seçimler öncesi 8 yıldır iktidarda olan ülkenin merkez sağ liberal partisi Yurttaşlar Platformu (Platforma Obywatelska-PO) ise, %24,1 oy ile muhalefete düştü.
Gierdal, PiS’in iktidara gelmesiyle beraber, LGBTİ+ haklarının genişletilmesi ile ilgili ümit ve hedeflerinin büyük engellerle karşılaşmaya başladığını belirtiyor. LGBTİ+’lar, adım adım hedef haline getirilmeye başlanırken, hakları da insan haklarının bir parçası olarak değil; “güvenlik tehdidi” olarak nitelenen bir “ideoloji” olarak adlandırılmaya başlanmış. 2020’ye geldiğimizde ise, PiS’in lideri Jaroslaw Kaczynski’nin “Eşcinsellik, Polonyalıların kimliğine, ulusumuza ve varlığına karşı tehdittir” gibi ifadeleri sıklıkla kullandığını görüyoruz. Dahası, Polonyalıların kendi ulusal bayraklarını bırakıp “gökkuşağı ideolojisinin bayrağı altında durmaya zorlanacakları” gibi iddiaları da var. Polonya’da LGBTİ+ aktivizmine “cezai yaptırım gerektiren bir suçmuş” gibi muamale ediliyor. Ağustos 2020’de LGBTİ+ aktivistlerinin gözaltına alınmaları ve tutuklama istemi ile yargılandıkları vakalar ardı ardına sıralanmaya başladı. Gösteri gerçekleştiren LGBTİ+ aktivistlerinin ve hatta bu gösterilere tesadüfen tanık olup da izleyenlerin bile gözaltına alındığı, tutuklandığı sert dönemler yaşanmaya başlandı.
2020 aslında Polonya’da hükümetin “muhafazakarlaşma baskısını”, cinsel kimlikle ilgili hemen her konuda arttırmaya başladığı bir yıl oldu. Anayasa Mahkemesi 22 Ekim 2020’de, ülkede zaten neredeyse tamamen yasak olan kürtajın “tecavüz ve ensest gibi durumlarda da” yasaklanması kararı aldı. Kararın hemen ardından cinsel kimliğe dönük iktidar baskılarına karşı büyük bir taban tepkisi doğdu. Polonya genelinde gerçekleştirilen, kadın ve LGBTİ+ hak savunucularının beraber hareket ettiği gösteriler, Anayasa Mahkemesi’nin bu kararının uygulanmasını geciktirdi. AB’nin Polonya’ya karşı sadece yerel ölçekte değil ulusal çapta da fon aktarımının engellenmesini gündeme getirmesinin de iktidarı zorladığına dikkat çekelim. PiS iktidarı görünürde de olsa geri adım atmak zorunda kaldı. Fakat, bu durum henüz Polonya’daki kadınların kürtaj hakkı ve pratikte yaşadıkları ile ilgili bir düzelme sağlamış değil. Polonyalı kadınlar, kürtaj olmaları gerektiğinde ülke dışına gitmek durumunda kalıyorlar.
Polonya’da yaşananlar, AB’nin de konuya müdahil olmasıyla beraber hakikaten kıyasıya bir hak mücadelesine dönüşmüş durumda. Türkiye’de de aslında son derece benzer şeyler yaşanıyor. Aradaki fark, Polonya’nın AB üyesi olması dolayısıyla, orada olan biteni daha bir şaşkınlıkla karşılamamız: “Nasıl olup da bütün bunlar bir AB üyesi ülkede gerçekleşiyor?” Oysa yaşananlar aslında küresel çapta bir “hakların daralması krizi” ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.
Türkiye’de yaşananlar da çok benzer
Aylime Aslı Demir’in ifadesi ile, 2015’te Türkiye’de de cinsiyetçi ve homofobik tavırların yükseldiği bir dönem başladı. Çeşitli yazı ve konuşmalarında da bu dönüm noktasına vurgu yapan Demir, bu panelde de Türkiye’de 2015 sonrası adım adım yaşanan değişikliklere değinerek tıpkı Polonya’da olduğu gibi burada da LGBTİ+’lar üzerindeki baskının kademe kademe yükseldiğine dikkat çekti.
Elbette, Demir’in de vurguladığı gibi yaşanan zorlukların kronolojisini daha da eskiye götürmek mümkün: 2015’ten önce her şeyin yolunda gittiğini söylemek de imkansız. Buna karşılık, 2015’in bir “kilometre taşı” olduğunu söyleyebiliriz. 2015, öncelikle Suruç ve Ankara Garı’nda yaşanan büyük terör saldırıları gibi Türkiye genelinde sivil alanın tümünü daraltan, “sokağı” ve ifade özgürlüğünü yok eden bir “karanlığa giriş dönemi” idi. Fakat aynı zamanda, LGBTİ+ dernekleri ve aktivistlerine yönelik tehditlerin yoğunlaştığı bir süreç olarak da dönüm noktası teşkil etti. Dahası, bu dönemde güvenlik güçlerinin de bu tehditlere karşı değil koruma ve güvence sunmak; tersine “yeterince personel yok” gibi bahanelerle omuz silktikleri bir tablo söz konuydu. Tehditlerin ciddiyeti, Türkiye’deki LGBTİ+ aktivistlerin ve sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarını kısıtlayan; örneğin çalıştıkları mekanlara adım atmalarını bile engelleyen boyuttaydı.
Demir’in aktardığı üzere 2015 sonrası başka bir milat da, 16-17 Kasım 2017’de Ankara’daki Queer Film Etkinlikleri’nin yasaklanması idi. Bu tarihten sonra, başta Ankara olmak üzere çeşitli illerde, LGBTİ+ aktivistlerinin gerçekleştirecekleri etkinliklerin tümü yasaklanarak, “sivil alandan fiilen dışlanmaları” sağlanmaya çalışıldı. Demir’in vurguladığı bir başka çok önemli husus da, LGBTİ+’lara dönük baskının özünde, “örgütlü yapılara” olan tahammülsüzlüğün ve örgütlü hareket edenlerin “tehdit olarak algılanmasının” yattığı. Yine Demir’in dikkat çektiği gibi, aralarındaki uluslararası ittifak ve dayanışmanın varlığı da, LGBTİ+’ların “düşmanlaştırılmasına” ve hedef olmasına sebebiyet veren başka bir güçlü özellikleri.
Aslında Türkiye’de LGBTİ+ örgütleri ve aktivistlerinin faaliyetlerinin engellenmesi Polonya’da “arındırılmış bölgeler” ilan edilmesinden çok da farklı değil. Her iki ülkede de, LGBTİ+ konusunun mesele edilmesinin ardında sadece “muhafazakarlığa” ilişkin sebepler değil; bundan da öte, gayet siyasi sebepler, dayanışma ve birleşme karşıtı yaklaşımlar yatıyor.
COVID-19 Pandemisi’nin LGBTİ+ aktivizmine etkisi
LGBTİ+ aktivistleri de, sivil toplumun geneli gibi COVID-19 Pandemisi’nden negatif biçimde etkilenmiş durumda. Öncelikle, zaten kuşatma altında olan LGBTİ+ aktivistleri, psikolojik bakımdan yaşadıkları zorlukların yanında bir de COVID-19 Pandemisi’nin getirdiği ruhsal, zihinsel ve fiziksel baskı ile mücadele etmek zorundalar. Öte yandan, fiziksel olarak bir araya gelmek ve diyalog kurmanın iyice imkansızlaştığı pandemi döneminde, yüz yüze iletişime dayalı çalışan sivil toplum faaliyetlerinin genel olarak zorlaşması söz konusu.
Fiziksel olarak bir araya gelememenin ve “online” ile sınırlanmanın çaresi ise gene dijital platformlarda bulunuyor. Örneğin, geleneksel Pride yürüyüşleri dijital platformlarda gerçekleştiriliyor. Baskıya karşı örgütlenmenin dijital platformlarda yoğunlaşmasının bir pozitif yönü varsa, o da daha geniş kitlelerin de LGBTİ+ aktivitelerinden haberdar olması ve destek vermesi. Gökkuşağı bayrağını balkonuna asmak Polonya’da LGBTİ+’lara destek işareti olarak geniş kitlelelerce kullanılan bir yöntem olarak pandemi döneminde yaygınlaşmış. Türkiye’de Pride etkinlikleri yasaklanırken bazı yerel yönetimlerin “Gökkuşağı paylaşımları” yapması da benzer bir destek örneği idi.
Özgürlük yanlıları ve Özgürlük karşıtlarının mücadelesi
Günümüzde, LGBTİ+’ların otoriter ve popülist iktidarlar tarafından hedef alınmasının ardında dışlanma, ayrıştırma ve ezilmeye karşı örgütlü biçimde verdikleri büyük mücadele yatıyor. Dayanışma ve ortaklaşma yoluyla “hak ve özgürlükler alanını korumanın” başlıca örneklerinden biri olan LGBTİ+ hak mücadelesini zayıflatmak ve “muhafazakarlık” bahanesi ile geriletmek, sindirmek, aslında tüm demokratik ve sivil alana irtifa kaybettirmek anlamına geliyor.
Kaldı ki, 6 Ocak 2021’de ABD’nin seçilmiş siyasi temsilcilerinin; Temsilciler Meclisi ve Senato’nun oluşturduğu Kongre’nin bulunduğu Capitol Hill’in Donald Trump taraftarlarının baskınına uğraması, “hedef göstermenin” varabileceği noktaları göstermesi açısından da ibret verici bir örnekti. Bu olay, sağ popülizmin, aşırı sağı merkezleştirip “normalleştirerek”; sivil toplumun daralan alanını işgal etmesini sağlamasına dair bir dönüm noktası idi.
Polonya ve Türkiye örneklerinin gösterdiği gibi, “dönüm noktaları” hiç de masum değil ve çok daha ağır, sert dönemlere geçişin de eşiğini teşkil edebiliyor. O nedenle de, LGBTİ+ sivil alanının sadece bu kimliğe sahip bireyleri değil, tüm toplumu ilgilendiren; tüm toplumun haklarını ve özgürlüklerini temsil eden özellikte olduğunu unutmamak gerekir.