Kent Aktivizminde Daralan Sivil Alanlar
Yazı dizisi # 4: Sezin Öney
Daha yaşanılabilir bir çevre ve barınma hakkı başta olmak üzere, katılımcı modellerin inşasında kentler, her zamankinden daha çok sivil toplum faaliyetlerinin ve aynı zamanda sivil örgütlenmelerin odağında. “Daralan Demokratik Alan ve Uluslararası Dayanışma” panel serisinin 21 Aralık 2020’de gerçekleşen dördüncü etkinliği, “Türkiye ve Brezilya’da Kent, Katılım ve Aktivizm” başlığıyla iki ülkede karşılaştırmalı biçimde şehirlerdeki aktivizmin, hak ve özgürlükler alanının daralmasından nasıl etkilendiğini konu ediyordu.
Hafıza Merkezi ve Eşit Haklar İçin İzleme Derneği’nin Hollanda Helsinki Komitesi desteğiyle düzenlediği panelin katılımcıları, Brezilya’da bir sosyal aktivizm ağı olan ve Portekizce “Bizim” manasına gelen Nossas‘ın Direktörü Alessandra Orofino ile, kent ve kırsal kesimde daha adil, demokratik ve ekolojik süreçler inşa etmek için çalışan Mekanda Adalet Derneği‘nin (MAD) Direktörü Yaşar Adanalı idi.
Daralan demokratik alanı “mekan” boyutuyla, kentlerdeki izdüşümüyle düşündüğümüzde karşımıza çıkan başlıca sorun şu: Gerek her ülkede siyaseten hakim olan popülizm, gerekse de Koronavirüs Pandemisi’nin getirdiği kısıtlamalar, insanların yaşamlarını etkileyen karar alma süreçlerine katılımını fazlasıyla kuşattı.
Alessandra Orofino’nun Brezilya’dan sunduğu perspektife göre tüm dünyada, her yerde farklı farklı sıkıntılar yaşansa da, kendi ülkesinde yaşanan “mutlak bir fırtına”. Orofino, Brezilya’nın tam bir kaos ve kargaşa içinde olduğunu belirtiyor.
Brezilya, bir yandan siyasi kriz, sağlık sistemi krizi öte yandan da Amazonlar’da iklim krizini çok ciddi boyutta yaşıyor. Orofino’nun, Columbia Üniversitesi’nden Kamu Yönetimi üzerine uzmanlaşan, Nossas’ın kurucularından Miguel Lago ile ortak kaleme aldığı, New York Times’da yayınlanan “Bolsonaro tuhaf. Ama ne yaptığını biliyor” başlıklı makalede, Brezilya’nın Koronavirüs Pandemisi döneminde yaşadığı kriz şöyle tasvir ediliyor:
“30.000’den fazla ölüm. Yaygın sosyal yıkım. Çökmüş hastaneler. Felaketin eşiğinde bir ekonomi. Koronavirüsün yeni merkez üssü olan Güney Amerika’nın en kötü etkilenen ülkesi Brezilya’da durum vahim. Yine de ülkenin başkanı Jair Bolsonaro başka bir gerçeklikte yaşıyor. Virüs, ona göre yayılması konusunda klorokin’i [Koronavirüs tedavisinde kullanılması tartışmalı sıtma ilacı] mucize bir tedavi olarak önermekten başka bir şey yapamayacağı ‘basit bir grip vakası’. Şimdi üçüncü sağlık bakanı ile çalışan Bolsonaro, kendi hükümetinin önlemlerine de aktif olarak karşı çıkıyor gibi görünüyor. Bolsonaro, Koronavirüs Pandemisi kısıtlaması karşıtı protestolara katıldı ve karantina tedbirlerini benimseyen eyalet valilerine karşı yaylım ateşi açtı. Kontrolü ele almak bir yana Bolsonaro, kaosun tadını çıkardı.”
Orofino ve Lago bu satırları yazdıktan sonra, 20 Nisan 2021 itibarıyla Brezilya’da Koronavirüs kaynaklı ölümler, resmî kaynaklara göre yaklaşık 375 bin kişiye ulaştı. Ülkede Pandemi dolayısıyla öyle zor ve trajik bir tablo söz konusu ki, bazı eyaletlerde entübe edilmiş hastalara verilecek oksijen bile yok. Dolayısıyla da ağır durumdaki Koronavirüs hastaları kaderine terk ediliyor.
Brezilya’nın Koronavirüs ile birlikte katlanarak artan ve birçok farklı boyutun iç içe geçtiği birçok krizi var. Yaklaşık 8,5 milyon km²’lik bir alana yayılan, 27 eyaletiyle devasa bir ülkeden bahsediyoruz. 1985’te diktatörlükten çıkan Brezilya, siyasi ve ekonomik gücün oldukça dağınık biçimde paylaşıldığı bir yer: Başka bir ifadeyle, Brezilya siyaseti merkezi bir yapıdan oldukça uzak. Türkiye ile Brezilya arasındaki benzerliklerin yanısıra, yapısal olarak çok da farklı olduklarını unutmamak gerektiğinden, orada “gücün merkezi olmaktan çok, dağınık olduğu” faktörünü de vurgulayalım.
Yine de, yapısal farklılıklara rağmen güncel olarak yaşananlarda benzerlikler ağır basıyor. Benzerliklerden bahsederken şu noktaya da dikkat çekelim: Her iki ülkede de, önce demokrasinin geliştiği ve sivil alanın önünün açıldığı bir dönem yaşandıktan sonra sağ popülist söylemler tüm siyasi alanı domine etmeye başladı.
Her iki ülkede de, doğrudan yasaklamaların ötesinde, popülist liderliğin ve siyaset alanında egemen söylemin sivil toplumu hedef alması, aktivizmin alanını daraltması ve bunun ötesinde sivil topluma şiddeti teşvik etmesi söz konusu. Brezilya’nın lideri Jair Bolsonaro’nun taraftarları dilediklerini söyleyebilir ve yapabilirken, iktidar çemberinin dışında kalanlar baskı görüyor. Diğer bir deyişle, ifade ve faaliyet alanı daralanlar Bolsonaro destekçisi olmayanlar. Dahası, Orofino’ya göre, Bolsonaro’nun politikalarının Brezilya’da sivil toplum alanını daraltması merkezi bir baskıyla değil; resmî olmayan birçok farklı kanal ve yoldan gelen tehditler yoluyla gerçekleşiyor.
Sivil alanın daraltılmasının yansımalarını doğrudan mekansal olarak da gözlemek mümkün. Yaşar Adanalı’nın da belirttiği üzere, sokağın sivil toplumun aktiviteleri ve barışçı gösteriler için kullanılamaması, mekansal olarak da daralma manasına geliyor.
Yukarıda bahsettiğimiz gibi iki ülke arasındaki benzerliklerin yanısıra bazı farklılıklar da var elbette. Güncel olarak yaşanan farklılıklardan biri de şu: Orofino’nun belirttiği üzere Bolsonaro, “tek adam” rolünde ama kendisini “güçsüz” göstermeyi tercih ediyor. Bu aslında Türkiye’de de biraz farklı biçimde de olsa, 2000’lerde yaşanmış bir durum: Hükümet o dönemlerde kendini saldırı altında ve düşmanlarla sarılı gösteren bir yaklaşım ve söylem benimsemişti.
Kent aktivizmi ve yerel yönetimler
Alessandra Orofino’nun da vurguladığı gibi, siyasetin ve çeşitli sebeplerle yaşanan toplumsal bölünmenin getirdiği tüm kutuplaşmaya rağmen aslında kentlerde geniş kitlelelerin yaşadığı ve üzerine ortaklaşılan birçok sorun var. Örneğin, Koronavirüs Pandemisi döneminde daha da açık biçimde ortaya çıktığı üzere sağlık hizmetlerinden yararlanma konusunda yaşanılan sıkıntılar gibi birçok ortak mesele söz konusu.
Sivil toplum için siyasi kutuplaşma dönemlerinde yerel yönetimlerle çalışmak bir çıkış yolu olabiliyor. Ancak elbette, bazı düzenlemeler tüm toplumu ilgilendiriyor ve sadece yerel düzeyde gerçekleştirilemiyor. Buna karşılık, yönetim sistemi federal bir ülke olduğundan Brezilya’da yerel düzeyde çok daha fazla karar alınabilmesi mümkün. Dolayısıyla, Orofino’nun da işaret ettiği gibi kent aktivizminde belediyeler ve diğer yerel yönetimlerle diyalog kurmak, karar alma süreçlerine katılmak Brezilya ölçeğinde çok daha kolay ve birçok da başarılı örneği var.
Buna karşılık, Adanalı’nın belirttiği gibi, Türkiye’de de sivil toplumun yerel yönetime katılımının sağlanması açısından bir “rönesans” yaşanıyor. Ülkede ulusal siyasette kilitlenme yaşandığı bir dönemde, yerel yönetimlerin sivil toplumu karar mekanizmalarına katması, kent aktivizminin daralan alanlarını genişleten bir “nefes” imkanı. Öte yandan, yerel yönetimlerle yakın çalışma ve diyalog içinde olmanın da olumsuz yönleri olabilir. Sivil toplumun özerkliğini koruyabilmesi ve karar alma mekanizmalarının içinde olurken de siyaseten “mesafesini korumayı bilmesi” önemli ve hassas bir nokta.
Geleceğe dair ilham verici projeler
Yaşar Adanalı, panelde Türkiye ile Brezilya arasında yaşanan zorluklar bakımından birçok benzerliğin yanı sıra, sivil ve kentsel aktivizmin yoğunluğunun da benzeştiğine dikkat çekti. Özellikle de kendisinin bizzat izlediği Sao Paulo’daki sivil aktivist hareketlerin Türkiye’deki kentsel örgütlenmelerle benzerliğinin, yaşananların paralelliği kadar kendisini etkilediğini de sözlerine ekledi.
Gerek Adanalı’nın bir parçası olduğu MAD, gerekse de Orofino’nun kurucularından olduğu Nossas, kent aktivizmi üzerine çalışırken son derece yaratıcı yöntemlerle sivil topluma ilham veren örnekler.
Nossas, tabandan toplulukların organizasyonu ve örgütlenmesini gerçekleştirirken, dijital araçları ve dijital teknoloji platformlarını kullanıyor. Nossas’ın amacı, Brezilya’da sosyal değişim için aktivist ve gönüllü ağı örerek, tabanı harekete geçirmek. Amazonlar’ın da arasında olduğu ülkenin haklarından mahrum edilmiş bölgelerinde çalışan Nossas, yaklaşık 1 milyon üyeye sahip. Nossas’ın bu kadar çok kişiyi ortaklaştırarak, cinsel kimliğe yönelik haklar, üreme hakkı, yolsuzluk, polis şiddeti gibi kritik sosyal konular etrafında örgütlenmeleri için harekete geçirmesi gerçekten de başlı başına ilham verici bir şey.
Şimdiye kadar özellikle “kentsel aktivizm”den bahsettik; ancak elbette bahsettiğimiz aktivizm şehirlerin sınırlarında durmuyor. Bir yandan Amazonlar gibi doğal alanlarla özdeşleştirdiğimiz yerlerde de büyük kentler var; öte yandan da kırsal ve kentsel olanın sınırlarını günümüzde ayırabilmek çok mümkün değil. Kaldı ki, küresel iklim krizi sadece kent/kırsal ayrımını tanımadığı gibi ülkeler arasındaki sınırları da tanımıyor. Bu nedenle, belki gelecekte küresel iklim krizinin de getirdiği gereklilikler ve mecburiyet nedeniyle ülkeler arasındaki sınırların fazlasıyla korunmaya çalışıldığı bir dönemden, sınırların önemini yitirdiği bir döneme geçeceğiz.
Ve bu dönemde, “yaşam koşullarının, çevrenin getirdiği gerekliliklere göre yeniden düzenlenmesi ile beraber eşitsizliklerin üstesinden gelinmesi, adalet ve refahın da öncelenmesi” politikalarının ön plana çıkması gerekecek. Orofino’nun Nossas’ın çalışmalarında kendisine “en ilham veren” noktanın, her bakımdan kalkınmayı, eşitliği ve adaleti sağlarken çevreyi de koruyan ve geliştiren faaliyetleri tabandan gelen dönüşümle sağlamak olduğunu söylemesi çarpıcı.
Tıpkı Nossas gibi MAD da mekanları, yaşayanları için daha iyi, daha adil, daha demokratik ve ekolojik açıdan sürdürülebilir yerler haline getirmek için çaba gösteriyor. MAD da Nossas da, tüm toplumu dönüştürebilecek nitelikli bilgiyi üretme, arşivleme/biriktirme ve paylaşmaya önem veriyor. Orofino’nun deyişiyle Nossas, “demokrasiyi hafife almayan bir nesil” yaratmayı hedefliyor. Bu da ancak, MAD ve Nossas’ın öncelikli hedefleri olan tabandan bilginin üretilmesi, ve yayılması; bilgi hafızasının korunması ve gelişmesi ile mümkün olabilir. Sonuçta yaratılan bu “bilinç” aynı zamanda harekete geçiren, değiştirip dönüştüren de. Türkiye’den söz konusu “dijital bilinçlendirmeye” bir örnek olarak “Mülksüzleştirme Ağı”nı gösterebiliriz. Sermaye ve iktidar ilişkilerini, deyim yerindeyse gerçekten de “gözler önüne seren” bir çalışma olan Mülksüzleştirme Ağı, medyanın “çalışamadığı” bir ortamda hem bilgilendirme hem de geleceğe yönelik bir hafıza oluşturma görevini yerine getiriyor.
Tabii, az önce bahsettiğimiz tüm hedeflerini hayata geçirirken Nossas’ın da, MAD’ın da dijital teknoloji başta olmak üzere, teknolojinin sunduğu en yeni imkanları kullanmaya önem verdiğine dikkat çekelim. Örneğin, Nossas’ın “Mapa do Acolhimento” projesi, aile içi şiddet mağdurlarını 5000’e yakın terapistten oluşan bir ağa bağlamak için Whatsapp’ı kullanıyor.
MAD’ın, “Umut Arşivi” ise, tam manasıyla “ilham verici” tanımlamasını hak eden bir çalışma. Bu dijital arşiv, kentsel ve kırsal mekanda verilen adalet mücadelelerinin interaktif, katılımcı bir görsel hafıza platformu. Dünyadan herkesin videolarını harita tabanlı olarak yükleyebileceği bir veritabanı olan Umut Arşivi, mücadele ile şehirleri, kırsalı ve genelde mekanları dönüştüren kentsel aktivizm örneklerini ortaklaştırıyor ve hakikaten de ilham veriyor.
Dizinin diğer panelleri:
“Daralan Alanlarda” Popülizme Meydan Okumak