Özgürlük ve Gözetim Sarkacında Dijital Haklar
Yazı dizisi # 2: Sezin Öney
Koronavirüs Pandemisi öncesi dönemde, “dijital haklar” her ne kadar insan haklarının en önemli bileşenlerinden biri olarak gösterilse de, bu dönemde hayatlarımız her zamankinden fazla “dijital hale” geldi. Hafıza Merkezi ve Eşit Haklar İçin İzleme Derneği’nin Hollanda Helsinki Komitesi desteğiyle ortaklaşa düzenlediği “Daralan Demokratik Alan ve Uluslararası Dayanışma” panel serisinin“Özgürlük ve Gözetim Sarkacında Dijital Haklar” başlıklı ikinci etkinliği de, tam bu konuya; dijital haklarımızın hayatımızdaki yerine parmak basıyordu.
5 Kasım 2020’de gerçekleşen bu panele konuk olan uzmanlar, Pakistanlı hak savunucusu Nighat Dad ve Ankara Barosu İnsan Hakları Merkezi Başkanı Kerem Altıparmak idi. Dad da Altıparmak da, gerek kendi ülkelerinde, gerek uluslararası çapta özellikle de dijital haklar konusunda uzmanlaşan isimler. Her ikisi de hukukçu ve zaman içinde artan oranda aktivizme yönelmiş; sonunda da hayatlarını hak savunuculuğuna odaklamışlar.
Nighat Dad, 2007’de avukatlığa başladığında, Pakistan’da cinsiyet üzerinden ayrımcılığın ne kadar yaygın olduğunu, muhatap olduğu davalar ve bizzat kendi hayatı üzerinden bir kez daha ve derinden fark etmenin kendisini çok etkilediğini belirtiyor. Dad, kendi ayakları üzerinde duran güçlü bir kadın olmanın ayrımcılığa uğramasına engel olmadığını ve kendi oğlunun velayetini alabilmek için de zorlu bir hukuk mücadelesi vermek zorunda kaldığını anlatıyor. Dad’ın dijital haklara yönelmesine neden olansa, ülkesinde kadınların cep telefonu gibi yaygın iletişim araçlarına erişiminin dahi erkek egemen toplum tarafından kısıtlanması olmuş.
Kerem Altıparmak ise, akademik hayattaki bir hukukçu olarak başladığı kariyerinde, sivil toplum faaliyetlerinin giderek daha fazla ilgisini çektiğini ve aktivizme bu şekilde yöneldiğini söylüyor. Zamanla teorinin yanında pratik, akademik dünyanın yanında sivil toplum aktivizmine daha çok zaman ayırmış. 2007’de meslektaşı Yaman Akdeniz ile beraber “5651 Sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun” ile ilgili bir rapor üzerinde çalışmaya başlaması kendisi için bir dönüm noktası. Altıparmak, bu kanunun Türkiye için de dijital haklar açısından bir dönüm noktası olduğunu ve iktidarın, bu alandaki hak ve özgürlükleri giderek daha fazla kısıtlamaya başladığını belirtiyor.
Hikayelerini dinleyince Dad ve Altıparmak’ın, ayrı coğrafyalardan ancak özellikle dijital haklar alanına yönelmelerindeki kaygıları ve ilgileri birbirlerine çok benzeyen iki aktivist olduğu ortaya çıkıyor. Bunun ardında da, aslında Pakistan ve Türkiye’de dijital haklar alanında yaşananların birbirine son derece paralel seyretmesi yatıyor.
Pakistan ve Türkiye’nin şaşırtıcı benzerliği
Altıparmak’ın işaret ettiği gibi, Türkiye’de internete yönelik müdahale; diğer bir deyişle, dijital hakların kuşatılması ve alanın daraltılması 2007’de gündeme gelmeye başladı. Dad, dijital haklara yönelik sansürü Pakistan’da da Türkiye’dekine benzer bir tarihte gündeme geldiğini ve ilk olarak, 2006’da blogspot.com’un yasaklandığını söylüyor. O zamanlar internet kullanımı Pakistan’da yeni ve ancak daha avantajlı kesimlerin erişimi olan bir ayrıcalıkmış. Bu yasak da, “eğitimli-yabancı dil bilen, toplumun daha ‘ayrıcalıklı’ kesimi” olarak görülen çevrelerde bir aktivizm başlatmış. Dad, “blog yasağının” ardından, “internet üzerinden işlenen suçlara” yönelik olduğu öne sürülen hukuki düzenlemelerin birbiri ardına gündeme getirilerek yasalaştığına dikkat çekiyor.
Kısıtlamaların internet üzerinden işlenen suçlara yönelik olduğunun özellikle altını çizmek gerek: Türkiye’de de, Pakistan’da da, dijital hakların kısıtlanması özellikle bu iddia ile gerçekleşiyor. Kısıtlamaların getirildiği o ilk zamanlardan bugüne kullanılan “bahanelerin” sürekli artması ve dijital haklar alanının da, bu bahanelerle ters orantılı biçimde sürekli daralması oldukça dikkat çekici. Dad’ın vurguladığına göre, günümüz Pakistan’ında dijital haklara yönelik kısıtlamalar, “ulusal güvenlik”, “dine hakaret” gibi birçok farklı mazeret ile gerçekleştiriliyor; ki bu da aslında, Türkiye’de de giderek artan oranda yaşanan bir durum.
Dad’ın Pakistan dışında Güney Asya bölgesi genelinden verdiği örneğe göre, Bangladeş’te 2018’de yasalaşan “Dijital Güvenlik Yasası” da “vatandaşları korumak ve haklarını güvence altına almak” gerekçesiyle yürürlüğe sokulmuş. Ancak, gerçek hayatta bu yasa, sadece hakları kısıtlamak için kullanılmış. Yani Dad’a göre, aslında dijital alanda kısıtlamalar getirilmesi küresel bir akım ve bu kısıtlamalar hükümetler tarafından şu veya bu konuda “koruyucu rol üstlenmek” iddiasıyla yapılıyor.
Altıparmak’ın Türkiye’ye ilişkin sunduğu tablo da aslında Pakistan’dakine oldukça benziyor. 2007 senesi, internetin Türkiye’deki iktidar tarafından “sorunlaştırılmaya başlandığı” bir dönüm noktası. Altıparmak’ın aktardığına göre, 2007’de yürürlüğe giren 5651 sayılı yasanın kapsamı, zaman içinde giderek genişledi. 2014 ve 2016, son olarak da Temmuz 2020’de eklenen maddeler ve getirilen hukuki diğer düzenlemelerle, dijital haklar alanı Türkiye’de adım adım kuşatılmış ve daraltılmış oldu.
Türkiye ve Pakistan arasındaki bir benzerlik de, sosyal medya kuruluşlarının cezai yaptırımlar tehdidiyle karşı karşıya olmaları. Her iki ülkede de, Twitter, Facebook gibi sosyal medya platformları eğer hükümetlerle uyumlu çalışmazlarsa, katlanarak artan oranda maddi cezalar ve ardından da “yasaklanma” tehlikesi ile burun buruna. Hükümetlerle uyumlu çalışmak da kullanıcıların bireysel verilerinin paylaşılması anlamına geliyor ki bu da dijital hakların kısıtlanmasının başka bir yöntemi.
Altıparmak’a göre, 4 Kasım 2020’de sosyal medya platformlarına kesilen 10 milyon TL’lik cezanın işaret ettiği şu: Bundan sonra, Twitter, Facebook gibi kuruluşlara yönelik böyle yaptırımlar rutine binebilir. Böyle cezalar süreklileştiğinde ise sosyal medya platformları Türkiye’yi terk etmek durumunda kalabilir. Yine Pakistan’da da sosyal medya kuruluşlarının verilerini resmî makamlarla paylaşmalarını şart koşan benzer yasal düzenlemeler mevcut. Dahası, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi, “yerel çapta” bir temsilci atamaları ve hükümetlerle işbirliğine gitmeleri konusunda da benzer bir baskı var. Her iki ülkede de bu tip cezai yaptırımların, Twitter, YouTube, Instagram, Facebook gibi sosyal medya uygulamalarının yasaklanmasına neden olması ihtimal dışı değil.
Dad Pakistan’da Çin merkezli sosyal medya uygulaması TikTok’un Ekim 2020’de 11 günlüğüne yasaklanmasını örnek veriyor. Pakistan’ın TikTok yasağının kaldırılmasına neden olanın “uluslararası ilişkiler” olup olmadığı ise tartışma konusu. Pakistan-Çin ilişkileri, bilindiği gibi son derece sıkı ve hatta iki ülke birbirlerini “kardeş ülke” olarak adlandırıyor. TikTok’un Pakistan’da “müstehcenlik” gerekçesi ile yasaklanması ve ardından da, yasağın geldiği gibi “opak” biçimde kaldırılmasına “uluslararası ilişkilerin” perde arkasındaki etkisi neden olmuş olabilir.
Altıparmak’a göre, sosyal medyanın kuşatılmaya başlamasının ardında, geleneksel medyanın büyük ölçüde devre dışı bırakılması ve haber kaynakları açısından doğan boşluğu sosyal medyanın doldurması yatıyor. Altıparmak’ın dikkat çektiği önemli bir nokta var: Kısıtlamaların teknik yöntemlerin kullanılması yoluyla aşılması da çözüm değil; çünkü, internet kullanıcılarının tümünün bu tarz sofistike yöntemlere erişiminin olması imkan dışı. Dolayısıyla, yasakların arkasından ne kadar dolaşılmaya çalışılırsa çalışılsın, bazı kesimlerin dijital platformlara erişimi tamamen engellenmiş oluyor.
Cinsiyet, cinsel kimlik ve dijital haklar
Nighat Dad’ın kurucusu ve yöneticisi olduğu “Dijital Haklar Vakfı” (Digital Rights Foundation), cinsiyeti, cinsel kimliği nedeniyle herhangi bir şekilde online şiddet ya da tacize uğrayanlara yardım etmek için bir yardım hattı kurmuş. Bu hat, Pakistan’da cinsiyet üzerinden yaşanan ayrımcılığa karşı koruma amaçlı hizmet veriyor. Ayrımcılık ve taciz-tehdit gibi şiddet içeren durumlarla karşılaşan mağdurlar, hattı arayarak haklarını kullanmaktan psikolojik destek almaya kadar çeşitli konularda yardım alabiliyorlar. Bu hat “Hamara Internet” adlı ve özellikle kadınların internetteki haklarını korumaya yönelik projenin de bir parçası.
Dad, Pakistan’da kadınlara, “dijital ortamda görüntülerini yayma” tehdidinin sıklıkla yapıldığını ve bu nedenle intiharın eşiğine gelen kadınlar olduğunu söylüyor. Dad’ın aktardığına göre, kimi zaman “kahkaha atan” görüntüler veya sadece dijital görüntülerin varlığı bile, Pakistan’daki kadınların yaşamını tehdit eden boyutta “tehlike” oluşturabiliyor.
Altıparmak ise, Pakistan’da olduğu gibi Türkiye’de de internet ortamının ve dijital platformların, cinsel kimlik ve cinsiyet nedeniyle yaşanan ayrımcılık, şiddet olayları gibi durumlara karşı başarılı biçimde kullanıldığını vurguluyor. Buna karşılık, Altıparmak’ın dikkat çektiği başka bir husus da var: Söz konusu kimliğin sahibinin siyasi görüşleri, iktidara yakın olup olmadığı, kimliği nedeniyle sorun yaşayıp yaşamayacağını belirleyen bir etken. Diğer bir deyişle, Altıparmak’a göre, iktidara yakın veya iktidarı destekleyen kişiler, kimlikleri nedeniyle ayrımcılığa uğramıyorlar.
Koronavirüs döneminde dijital haklar
Başta da dikkat çektiğimiz gibi, Koronavirüs Pandemisi, çoğumuzu interneti daha yoğun kullanır hale getirdi. Peki, bu durum dijital haklar alanını nasıl etkiliyor?
Dijital haklar alanında çalışan aktivistler, zaten interneti yoğun olarak kullandıklarını ve bu yoğunluğun şimdi daha da arttığını ifade ediyor. Her zamankinden de fazla internet üzerinden çalışmak, dijital haklar aktivistleri için, “yorgunluklarına yorgunluk katan” bir durum. Öte yandan, bardağın dolu tarafından bakarsak; Nighat Dad, dijital haklar konusunda çalışan bir kurum olarak vakıflarının, Koronavirüs Pandemisi döneminde interneti daha fazla kullanmak durumunda kalan diğer sivil toplum kuruluşlarına bilgi aktararak destek olduğunu; çalışmalarındaki başlıca değişikliğin bu yönde olduğunu belirtiyor.
Koronavirüs Pandemisi’ne karşı tedbirler bahane edilerek hükümetlerin dijital hakları daha da kısıtlaması ise, bu alanda çalışan aktivistler için bir endişe kaynağı. Örneğin Dad, Koronavirüs’e yönelik uygulamaların kişisel verileri toplamada kullanılmasından kaygı duyduğunu; Altıparmak ise, internet üzerinden eğitimin eşitsizliği arttırması gibi etkileri olduğunu ifade ediyor.
Pandeminin yarattığı önemli problemlerden biri ise artık daha zor hale gelen “sosyalleşme”. Bu bağlamda dijital hakların kısıtlanmasının etkilerini ise bazı gruplar daha yoğun yaşıyor. Örneğin LGBTİ+’lere yönelik dijital uygulamalara erişim Koronavirüs Pandemisi döneminde daha da arttı.
Dad ve Altıparmak, Pakistan’da da, Türkiye’de de, LGBTİ+ların dijital platformları kullanımına yönelik kısıtlamaların giderek arttığına dikkat çekiyor. Yine benzer biçimde, her iki ülkede de LGBTİ+ kimliği “ahlaki yargılamaların” hedefi oluyor; toplumdan dışlanmalarına, dijital haklarıyla beraber kendilerinin de kuşaltılmasına yol açıyor. Her iki ülkenin de en yakıcı kimlik ve hak meselelerinden biri, LGBTİ+ kimliğine yönelik olan ayrımcılık ve şiddet diyebiliriz.
İnterneti sınırlamak bir hak koruma yöntemi mi?
Panelin katılımcılarından biri, aktör Sacha Cohen’nin “İnternette, bağnazlara ve pedofillere görüşlerini yüceltecekleri bir platformun verilmemesi gerektiği” konusundaki sözlerini tartışmaya açtı. Bu görüşten hareketle, bazı durumlarda internetin kısıtlanmasının doğru olup olmadığını sorgulamak mümkün. İlk bakışta Cohen’in argümanı mantıklı gibi gözükse de, dijital alandaki kısıtlamaların nereye gidebileceğini en iyi öngörenler bu alanda çalışan aktivistler. Örneğin Dad’a göre, bu tarz görüşler dijital hakların kullanılmasını engellemek amacıyla araçsallaştırılıyor. Dad, bu nedenle, internete yönelik kısıtlamaların, uluslararası normlar ve düzenlemeler çerçevesinde; sansürcülüğü değil gerçekten korumayı amaçlayarak gerçekleştirilmesi gerektiğini savunuyor. Altıparmak da, sadece şiddete açık bir çağrı veya teşvik olduğunda ya da ifadenin hakikaten zararlı etkileri öngörülebiliyorsa dijital haklara yönelik kısıtlamaların söz konusu olması gerektiğine dikkat çekiyor. Dolayısıyla Cohen’in dile getirdiği görüş, aslında devletlerin dijital alanı daraltırken kullandığı argümanlardan çok da farklı değil; hatta tam da aynı kapıya çıkıyor.
Bir başka katılımcı, Pakistan’ın şu anki iktidar partisi “Pakistan Adalet Hareketi”nin (Pakistan Tehreek-e-İnsaf-PTİ), seçimle işbaşı yapmadan önce, “demokrat” bir izlenim verdiği halde, neden dijital hakları kısıtlama yoluna gittiği ve bu kısıtlayıcı yönelimlerini değiştirip değiştirmeyeceklerini sorguluyordu.
Dad, PTİ’yı hiçbir zaman ilerici ve haklar alanını genişleten bir çizgide görmediğini; yine de kısıtlayıcı tavırlarının boyutuna da şaşırdığını belirtti. Dad, özellikle gençlerin bu tarz politikalara olumsuz yaklaştığını; Pakistan’da siyasi hareketlerin iktidara gelene kadar haklar alanını genişletme yönünde mesaj verdiğini ama bu sözlerini iktidara geldikten sonra tutmadıklarını söyledi.
Aslında, bu soru sadece Pakistan’ı ve PTİ’yi ilgilendiren bir mesele değil. Pakistan ve Türkiye’yi benzeştiren temel unsur da, iktidarların siyasi duruş ve ideolojilerinden bağımsız olarak, dijital alanı kendilerine tehdit olarak görüp kısıtlamaya çalışmaları.
Dijital hakları daha çok konuşacağız
Koronavirüs Pandemisi, dijital alanda var olmaya, hayatı dijital platformda yaşamaya daha “mecbur” olduğumuz; tercihlerimizin bu yönde şekillendiği dönemlerin başlangıcı olabilir. Bir yandan Koronavirüs’ün etkisi gelecek yıllarda da süreceğinden; öte yandan başka pandemiler de söz konusu olabileceğinden ve tabii küresel iklim krizi gibi dünyamızı değiştiren gerçeklerden ötürü dijital iletişime ve dijital var oluş biçimlerine her zamankinden de çok ihtiyaç duyacağa benziyoruz. Üstelik bu durum tüm dünya için ayrımsız biçimde geçerli. Tüm bu sebeplerle, dijital haklar hepimiz için daha da önemli hale gelecek. Önemi arttıkça da, iktidarların daha fazla kuşatmaya ve daraltmaya çalışacaklarını göreceğiz. İşte, bu yüzden önümüzdeki dönemlerde dijital hakları; özellikle de haklar ve özgürlüklerin “daralan alanları” olarak daha çok konuşacağız.